Yazar: Ferit Tekbaş
Yer: Antakya / Hatay
Kategori: Röportaj
Tarih: 14.09.2018
Portal: www.zerocha.org
Dil: Türkçe

Ferit Tekbaş: Merhabalar  Jozef Bey, Sizi  Zerocha ‘da  ağırlamaktan büyük mutluluk duyuyorum.  Söyleşimizi  kabul ettiğiniz için şahsım ve  konseyimiz adına sizlere teşekkür ederim.

Jozef Naseh: Beni ilgi odağınıza aldığınız için asıl ben size ve konseyinize  teşekkür ederim.

Ferit Tekbaş: Sizi izleyicilerimizin büyük  bir  çoğunluğu  ismen  tanıyor. Ama sizi onlara daha yakından  tanıtmak istiyoruz. Sizden ve yaşam öykünüzden biraz söz eder misiniz?

Jozef Naseh: 1953 yılında sekiz çocuklu bir ailenin altıncı çocuğu olarak Antakya’nın Affan mahallesinde dünyaya geldim. Doğduğum  mahalle o zamanların  Antakyası’nın sosyal, kültürel ve ekonomik döngüsünün yoğun olarak  yaşandığı;  Camii’nin, Kilisenin, Havranın ve Alevi ziyaretinin, birbirlerinin özgür alanlarının  içinde  girmeden; hoş bir seda ile ibadete çağrı yaptığı; birlikte yaşamın, kardeşçe paylaşıldığı dünyanın ender yerlerinden biriydi.

Böyle bir mahallede filizlenmek; insanlığın gelişimsel sürecini öğrenmek ve benimsemek  açısından  gerçekten de büyük  bir şans….

Ferit Tekbaş: Evde hangi dili konuşurdunuz?

Jozef Naseh: Arap kökenli bir aile olduğumuz için; evde Arapça konuşurduk. Ben  yedi yaşına kadar çevremden öğrendiğim birkaç  Türkçe kelimenin dışında hiç Türkçe bilmiyordum. Türkçe okuma, yazmayı İlk okulda öğrendim. Başlangıçta biraz zorlandım ama ondan sorası çorap söküğü gibi geldi.

Ferit Tekbaş: Öğrenci iken yaz tatilinizi nasıl geçirirdiniz?

Jozef Naseh: Ne tatili! Karnelerimizi alır almaz ertesi gün zanaat öğrenmek amacı ile ailenin uygun gördüğü veya güvendiği bir esnafın yanında çırak olarak işe başlardık. Şimdiki gibi  bir tatil anlayışı yoktu!  Yaptığımız en iyi tatil hafta sonları dost, akraba, konu komşu toplanır, en yakın mesire yerine gitmek; evde hazırlanan yemekleri gün batımına kadar ara ara sofralar kurarak yemek yemekti; hem de yaşıtlarımız ile birlikte oyunlar oynayarak zaman  geçirip eğlenirdik. Gün batımına doğru da hep beraber tekrar evlerimize dönerdik.. Yaptığımız bütün tatil işte buydu !

Ferit Tekbaş: Hangi okullarda okudunuz?

Jozef Naseh: İlk okulu mahallemizde bulunan Fevzi Çakmak İlkokulu’nda; Ortaokulu Antakya Ata Koleji’nde; Liseyi İskenderun Lisesi’nde okudum. Buradan 1972’de mezun oldum. Aynı yıl Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik ve Çağdaş Anadolu Arkeolojisi bölümünü kazandım. 1970li yıllar ülkemizin sağ – sol ilişkisi içinde karmaşa yaşadığı zor yıllardı. Bu gergin ortam yüzünden okulumuz öğrenime uzun süreliğine birkaç kez kapatıldı. Zor geçen üniversite yıllarımın ardından, bu fakülteden 1979 yılında Arkeolog olarak iyi derece ile mezun oldum. Aynı yıl Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tarihi Çevre Araştırma Koruma ve  Restorasyon  bölümünün yüksek lisans sınavını kazandım. Burada yüksek lisansımı yaparken; Konya Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat  Fakültesi Arkeoloji – Sanat Tarihi  bölümünün  doktora sınavını kazandım. Doktoram sırasında 12 Eylül Askeri Darbesi olmuştu. Sıkı yönetim komutanlığı ve üniversitenin   yaptırımlarını karşılayamaz durumuna  geldiğim için ikinci yılda doktoramı yarıda bırakmak zorunda kaldım. Daha sonra memleketime kesin geri dönüş yaptım.

Ferit Tekbaş: Mesleğinizi biraz tanıtır mısınız?

Jozef Naseh: Arkeoloji kısaca kazı bilimidir. Yani, insanlığın gelişimsel süreci içinde insan düşü ve emeği ile üretilmiş yer altında veya üstünde bulunan; her türlü  somut ve soyut ürünleri; nedenini ve  nasılını bilimsel olarak  sorgulayan sonuçlarını insanlığın kültürel mirasına kazandıran bir bilim dalıdır.

Ferit Tekbaş: Nerelerde  ve kimlerle çalıştınız?

Jozef Naseh: Ordinaryüs Prof. Dr. Ekrem Akurgal ile İzmir’de; Prof. Dr. Baki Öğün ile Kaunos (Dalyan-Köyceğiz-Muğla), Adıyaman, Malatya ve çevresinde; Atatürk Barajı göl aynası arkeolojik araştırma ve taramalarında, Van – Patnos -Adilcevaz – Erciş Urartu yüzey araştırmalarında birlikte çalıştım. Prof. Dr. Yusuf Baysal ile Stratonikia (Yatağan, Termik Santrali Kömür Havzası) üzerindeki antik kentin kurtarılması, kazı ve araştırmalarında bulundum. Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu ile birlikte Halikarnassos (Bodrum Antik Tiyatro Restorasyonu’nda), Assos (Behram Kale) Çanakkale, arkeolojik kazılarında ve İzmir Alsancak Tarihi Evlerinin Tespit Tescil Koruma ve Restorasyon çalışmalarında bulundum.

Ferit Tekbaş: Üniversite yaşamınız da çok ilginç! Antakya’ya kesin dönüşünüzden sonra ne yaptınız? Mesleğiniz sürdürebildiniz mi?

Jozef Naseh: Mesleğimi yaklaşık kırk yıldan beri kesintisiz sürdürüyorum. Sağlığım el verdiği ölçüde  son nefesime  kadarda sürdürmeye devam edeceğim! Çünkü mesleğim benim yaşam kaynağım. Ayrıca ben  küçüklüğümden beri  hiper-aktif  ve örgütçü bir yapıya sahibim. Hiç boş zamanım yoktur.  Boş zamanımı yakaladığım an mutlaka kendime yeni bir iş kurgularım. Yaptığım işlerde önceliğim yaşadığım toplumun insan hak ve özgürlüklerine saygı duyarak, insanlığın ortak gelişim sürecine yeni  kazanımlar sağlamaktır. Bunun için örgütçü yapım her zaman bana yol gösterir. Bu özeliğimi , kullanarak  bir çoğu halen faaliyette  olan  çok sayıda  sivil toplum örgütlerinin kurucu üyesi oldum. Bu kuruluşların yönetim kurullarında  görev aldım. Bazılarının da başkanlığını yaptım. Bunlara siyasi partiler dahil.

Ferit Tekbaş: Bunlardan  biraz  söz eder misiniz?

Antakya ilk geldiğimde, Hatay Turizm Derneği’ni kurdum. Kurucu başkanlığını üstlendiğim  bu derneği  üç yıl süre ile yönettim. Çalışmalarımız arsında İngilizce, Fransızca, Almanca ve Arapça dil kursları vardı. Burada ilginizi Arapça  dil kursuna çekmek isterim. O zamanlar bırakın  Arapça  öğrenmek, şarkı dinlemek, konuşmak bile yasaktı!

12 eylül 1980  yılında askeri  konsey  ülke yönetimine el koymuş,  Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu ve buna benzer kamu amaçlı birkaç kuruluşun dışında, bütün sivil örgütlerinin çalışmaları yasaklamıştı. Bu yasağı sanırım üç yıl sonra kaldırdılar. Bizler de dernek kuruluş iznini aldık. Tabi o zamanlar derneklerin çalışma izni almaları yeterli değildi. Yapacakları çalışmalar için de önce valilikten ve sonra sıkı yönetim komutanlığından izin almaları gerekirdi. Kamu oyuna bir duyuru yapacaksanız bile bu kurumlardan izin almanız gerekirdi.

Usum beni yanıltmıyorsa, o dönemde Hatay Valisi Turhan Şener idi. Hatay ilinin Ortadoğu ile olan ticari ilişkilerini önemini  anlatarak  Arapça dil kursu iznini kopardım. Bu izin Arapça konuşanlar için büyük bir rahatlama sağladı.

Ferit Tekbaş: Bence siz ve yönetim kurulunuz, toplumun; kültürel  gelişimsel süreci, için önemli bir  görev üstlenmişiniz. Görev üstlendiğiniz diğer sivil toplum örgütlerini anlatmak ister misiniz?

Jozef Naseh: Yaşım  ilerledi.. Artık belleğim geri dönüşleri anımsamakta zorlanıyor. Anımsadığım birkaç tanesini söyleyeyim. Antakya Kütüphaneciler Derneği, Antakya Lions Kulübü, Antakya Rotary Kulübü, Çağdaş Yaşamı Koruma Derneği, Antakya Çevre Koruma Derneği, Antakya  Sinema ve Kültür Derneği, Antakya Kültür ve Sanat Derneği, Antakya Medeniyetler Buluşması Film Festivali Genel Koordinatörlüğü; Arkeologlar Derneği Hatay Şube Başkanlığı, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Kurma ve yaşatma Vakfı Kurucu üyeliği, Antakya  Rum Ortodoks  Kilisesi Cemaat Vakfı  Başkanlığı… Aklımda kalan bunlar…

Ferit Tekbaş: Bir de siyasi bir yaşamınız olduğunu söylediniz?

Jozef Naseh: Politik yaşamım uzun bir süreç. Üniversite yıllarımda liberal ekonomiyi benimseyen bir ailenin bireyi olarak Ecevit’in düşünülerini benimseyen ve destekleyen bir kimliğim vardı. Sosyalist değil, sosyal demokrattım. Kısaca: ‘onurla çalışarak kazanılmış emeğin sonucu olan nimetin insancıl kimlikle toplumsal paylaşıma dönüşmesidir.’

Ferit Tekbaş: Bu kominist bir bakış açısı değil mi?

Jozef Naseh: Neden kominist bakışı olsun? Ben Tanrının isteği olan düşünüyü eyleme geçiriyorum.!

Ferit Tekbaş: Nasıl yani ?

Jozef Naseh: Hz. İsa’nın bir çocuğun elindeki beş ekmek ve  iki küçük balıkla 5000 yetişkin erkeği ve onlarla birlikte; eşleri ve çocuklarını doyurduğu öğretisini anımsayın! Beş bin kişi iki ekmek ve iki küçük balıkla doyar mı? Ama emekle üretilmişse ve kardeşçe paylaşılmışsa önce ruhlarımız doyar, ardından bedenlerimiz!

Ferit Tekbaş: Üniversiteyi  bitirdikten  sonra herhangi bir partide görev aldınız mı?

Jozef Naseh: Evet  aldım. Anavatan  Partisi’nin kuruluşunda yer aldım. Ardından Antakya belediye meclis üyesi oldum. Anavatan partisi kabuk değiştirip merkez sağda aşırı sağa kaymaya başlayınca partiden ayrıldım.  12 Eylül askeri darbesi ile yasaklanan siyasi partilerin yasakları kalkınca CHP’nin merkez ilçe kurucu üyesi oldum. 1998 yılında cemaat başkanı seçilince politikayı bıraktım.

Ferit Tekbaş:  Politikayı neden bıraktınız?

Jozef Naseh: Bir çok nedeni var ama en önemlisi cemaat başkanı olarak  seçilmem. Çünkü siyasi kimliğimi cemaatin kimliği ile özdeş tutmak doğru olmazdı.

Ferit Tekbaş: Nazar değmesin ama  belleğiniz  müthiş! Hiç de zorlanmışa benzemiyor!  Biliyorsunuz, bizim ilgi odağımız sizin cemaat vakfı başkanlığı döneminiz. Biraz da sizinle bu konuda  söyleşi yapmak istiyorum.

Jozef Naseh: Bu konuda şimdiye kadar  kimse ile söyleşi yapmadım. Nedeni yaptığım görev  gereği yalnız cemaatimizi  ilgilendiren hizmetlerde bulunmam. Bunlar mahrem  şeylerdir.  Ahlaki olarak yalnız  cemaat içinde kalması gerekir.

Ferit Tekbaş: Sizden sadece cemaat  vakfının  2000. yıl kutlamaları ile ilgili anımsadıklarınızı  paylaşmanızı rica ediyoruz.

Jozef Naseh: Evet bunlar  basına yansıdığı için rahatlıkla konuşabiliriz. Biliyorsunuz cemaat vakıfları  ‘mülhak  vakıf’ statüsündedir. Kısacası devletin kontrolünde olan cemaatin özgür iradesi ile vakfa  üye olanlar arsından seçilme yaşına uygun  bireylerden oluşan  bir mütevelli heyeti seçmesi, seçilen heyetin ibadethanenin ve cemaatin, idari insani ve her türlü  gereksinmelerini  karşılamak üzere görev üstlenmesi sistemidir. Bu sistem çerçevesi içinden ben ve altı kişiden oluşan mütevelli heyeti 1998 yılında yapılan seçim ile cemaatimiz tarafından görevlendirildik. İlk  çalışmalarımız arasında 2000. yıl kutlamalarını organize etmek oldu. Bu işe önce vakıf mütevelli heyeti olarak Sayın Cumhurbaşkanımız  rahmetlik Süleyman Demirel’den randevu isteyerek  başladık. Cumhurbaşkanlığı Genel sekreterliği  bizi  telefonla  arayarak  bu isteğimizi çok kısa bir zaman aralığında yanıtladı. ‘Sayın Cumhurbaşkanımız vakıf yönetim kurulunu beklemektedir’ dedi. Ben hemen olmaz dedim. ‘Sayın Cumhurbaşkanımızı cemaat olarak ziyaret etmek istiyoruz.’’ dedim. Önce bir şaşırdı sonra biraz durakladı.  ‘Yani kaç kişi geleceksiniz?’ dedi. ‘Bir otobüs dolusu’ dedim. Telefonda attığı kahkahayı bana duyurmak istemedi ama ben duydum. ‘Başkan, bu konuda size tekrar dönüş yapacağız’ dedi. Telefonu kapattı. İki gün sonra öğlene doğru telefonum  çaldı. ‘Cumhurbaşkanlığı  Genel sekreterliğinden  arıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız  Cemaatinizi Çankaya köşkünde kabul etmekten memnunluk duyar. Ama önce katılım listenizi isim ve soyisimle beraber bizlere en kısa sürede göndermenizi rica ediyoruz’ dendi. Ayaklarım yerden kesilmişti . Hemen aynı gün geçmişte kilisemize ve vakfımıza emeği geçenlerden, bir  heyet toplayarak, 35 kişilik bir liste hazırladık. Ve cumhurbaşkanlığı genel sekreterliğine gönderdik. Gönderdiğimiz liste onaylanarak bize randevu gününü verdiler.

Ferit Tekbaş: Hangi güne  randevu verdiler?

Jozef Naseh: Şimdi tam tarihini hatırlamıyorum. Anı notlarıma bakmam gerekir.

Ferit Tekbaş: Sayın Cumhurbaşkanımızla ne görüştünüz?

Jozef Naseh: 2000. yıl kutlamaları  ile ilgili taslak program ve organizasyonlarda karşımıza  çıkabilecek engel ve sorunları içeren bir dosyayı sayın Cumhurbaşkanımıza arz ettim. Dosyayı aldı yaverine verdi. Bu arada bizlere ikramda bulundu. Cemaatimiz  bireyleri ile tek tek ilgilendi. Onlarla sohbet etti. kalkma zamanımız geldiği sırada heyetimizi  gözleri ile gezerek ‘sizler bizim yurttaşlarımızsınız. Devletimiz sizin gereksinmelerinizi karşılayacaktır. Merak etmeyin’ dedi. Ardından Cumhurbaşkanlığı köşkü önünde bir hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra köşkten ayrıldık.

Bize verilen rehberle;  Anıtkabir’i  ziyaret ettik ; ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi  gezdirdiler. O zamanlar Meclis Başkanı Sayın Murat Sökmen idi; bizlerin onuruna  mecliste bir öğle yemeği verdi. Yemekten sonra Ankara turu yaptık, ardından Antakya’ya döndük. Sabah herkesi evine bırakırken  telefonum çaldı. Arayan ; Hatay Valisi Sayın Gökhan  Aydıner’di. ‘Başkan saat dokuzda kiliseye gelip bir kahvenizi içmek istiyorum’ dedi. Ben de ‘Onur verirsiniz sayın valim’ dedim. Geldiğinde elinde bir dosya en üstte İçişleri Bakanlığı’ndan gelen bir faks ve ekleri vardı. Kahvelerimizi yudumlarken ‘Cemaatinizin ve vakfınızın her hangi bir isteği veya bir sorunu olursa lütfen önce bana gelin, devletimizin  şefkatli eli sizlerle beraber olacaktır’ dedi. Kahvesi ile birlikte içtiği birinci sigarasını bitirdikten sonra, ayrıldı. Ondan sonra her organizasyonumuzda devletin sıcak elini yanımızda duyumsadık.

Ferit Tekbaş: Sonra neler yaptınız?

Jozef Naseh: İlk kilisenin Antakya da kurulması ve  ‘Hz. İsa’ya  inananlara  ilk kez Antakya’da Hıristiyan adı veridi’ düşüncesi ile bütün Hıristiyan din merkezlerine 2000 yılında Antakya da toplama çağrısı yaptık. Yaptığımız çağrının sonuçları şaşırtıcıydı. Bu çağrıya  yalnızca  Hıristiyan din merkezleri değil   İstanbul’da  bulunan Türkiye Musevi Haham Başılığı; Diyanet İşleri Başkanlığı,  Türkiye Bahai Cemaati; Alevi Dernekleri; dinsel ve felsefi  konularda çalışmalar yapan sivil topum örgütleri de  katılma isteğini bildirdiler. Özellikle Diyanet işleri Başkanlığı’nın katılımı bize hem onur verdi. Hem de bu organizasyonda devletimizin yanımızda olduğunu bir daha duyumsadık. Ve gerçekten de devletimizin  her anlamda büyük bir katkısı oldu. Bu arada yerel yönetimlerin de büyük katkısını unutmamak gerekir.

Ferit Tekbaş: Kimler Katılım sağladı?

Jozef Naseh: Aklımda kalanları söyleyeyim. Fener Rum  Ortodoks  Patriği, kadesatlı hazretleri Sayın Bartolomeos; Antakya  Rum Ortodoks  Patriği, Papa’nın özel temsilcis; Türkiye Ermenileri  Patriği ; kadesatlı hazretleri Mesrop Mutafyan; Türkiye Musevileri Hahambaşı Sayın Rav İshak Haleva (2002 yılında seçildikten sonra); Diyanet İşleri Başkanlığının bu organizasyonlar için görevlendirdiği temsilci Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Sayın Abdullah Bey; Süryani Kadim Ortodoks Patrikhanesi İstanbul  Metropoliti Yusuf Çetin. Süryani Kadim Katolik patrikhanesi temsilcileri ve adlarını anımsayamadığım bir çok dernek dini cemaat ve vakıfların temsilcileri..

Ferit Tekbaş: Papa Hazretleri neden gelmedi?

Jozef Naseh: Papa bir ruhani lider ve  aynı zamanda devlet başkanıdır. Onun bu gibi davetlere katılması ancak devlet geleneği ile olanaklıdır. Dini bir cemaat veya bir sivil toplum örgütü her zaman onu davet edebilir. Ama onun bu davete katılması ancak ziyaret edeceği devlet ile olan siyasi ilişkisine bağlı. İlişkiler iyi ise bu  geliş kolaylaşır. Demek ki, o dönemlerde böyle bir geliş ne papanın programına uygundu ne de devletimiz buna hazırdı. Ama gelseydi hem anlamlı olurdu hem de tarihe geçecek bir ziyaret olurdu!

Ferit Tekbaş: Anımsadığım kadarı ile 2000. yıl kutlamalarından sonra Papa sizi Vatikan’na  davet etti!

Jozef Naseh: Evet böyle bir daveti yalnızca ben almadım. Antakya’nın ilk kadın belediye  başkanı sayın İris Şentürk  ile beraber aldık. Bu davet bize Anadolu Metropolitliği ve  Antakya Katolik Kilisesi aracılığı ile  ulaştırıldı. Sayın Şentürk Papa’yı Antakya’da ağırlamak için çok çaba gösterdi. Meclis başkanlığı İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri bakanlığı düzeyinde girişimler yaptı. Vatikan  elçiliğinden istekte bulundu. Ama üzgünüm ki bu çabaları boşuna çıktı. Sonunda davet Vatikan’dan gelince ikimizde bu onurlu davete katılma kararı aldık. Bu yolculuğumuza Anadolu metropoliti ve Antakya Katolik kilisesi  Pederi  Dominiko  Bertoghli  eşlik ettiler. Vatikan’a  giderken belediye başkanımız  Sayın İris Şentürk Papa Hazretlerine  hediye verilmek üzere beraberinde Antakya tarihi ve sanatı üzerine yazılmış  birkaç kitap   götürdü. Ben de kilisemiz ve  cemaatimiz adına verilmek üzere Antakya Rum Ortodoks  kilisesi Pederi Dimitri Doğum’un babası rahmetlik  Edmon Doğum amcanın el emeği ile  yaptığı kilisenin altın anahtarı ve bir Ortodoks Haçı’nı,  Papa Hazretleri Antakya’ ya gelemediği için de dünyanın ilk  kilisesi olan  St. Pier  Kilisesi’nden kristal kaseler içine biraz toprak ve kutsal suyundan -bir çay bardağı kadar  su  doldurarak-  götürdüm. Bu hediyeleri 04 Eylül 2002 yılında yaptığımız ziyaret sırasında Papa Hazretleri’ne takdim ettim.

Ferit Tekbaş: Neden toprak ve su götürdünüz?

Jozef Naseh: Biliyorsunuz Papalık 1967  yılındaki İsrail – Arap savaşı sonrası Hıristiyan hacı  adaylarının ziyaret etmekte  zorlandıkları Kudüs kenti yerine dünyanın ilk kilisesin  bulunduğu Antakya’yı ziyaret etmeleri halinde hacı olabileceklerini söyledi. Papa hazretleri hıristiyanlığa  isim babalığı yapmış  ve dünyanın  ilk kilisesinin bulunduğu  bu kutsal toprakları  ziyaret edip, kutsayıp hacı olmayı  çok istiyordu!  Ama kısmet olmadı. Ben de kutsanmış olan bu  coğrafyadan biraz toprak alarak yanına bedensel ve ruhsal vaftizimiz için gerekli olan kutsal suyu  alarak özlemini gidermek üzere  Papa Hazretlerine takdim ettim. Takdim sırasında çok duygulandığını hissettim..

Ferit Tekbaş: Galiba, bir de cemaat olarak Kudüs ziyaretiniz olmuş?

Jozef Naseh: Evet, 2000  yılıydı. Mesleğimin verdiği  yol göstericilik  ve turizm işi ile ilgilenmem yıllar önce düşlediğim  geziyi kolaylaştırmama neden oldu. Buna sadece iki bininci yıl hac ziyaretleri  için; Filistin –İsrail – Mısır toraklarına serbest geçiş izni  eklenince  muhteşem bir geziye dönüştü.  Önce bu kutsal topraklardaki bütün inanç iz düşümlerinin  bir dökümünü  çıkardım. On günlük gezi süremiz ve hac programımıza  göre  sıralamasını yaptım. Bu programımıza,  Antakya  ağırlıklı Altınözü, Mersin, İskenderun, Ankara ve İstanbul’dan olmak üzere ben dahil 19 hacı adayı katıldı.

Ferit Tekbaş: Ne zaman gittiniz?

Jozef Naseh: O zamanlar Paskalya Bayramı Nisan ayına rastlıyordu. Paskalya Bayramı’ndan  on gün önce yola çıktık. Dallar Yortusunu da orada geçirdik.

Ferit Tekbaş: Nereleri gezdiniz?

Jozef Naseh: Nereleri gezmedik ki! Şansımız hep yaver gitti. Ben İstanbul’da öğrenci iken Taksim Meydanı’nda bulunan Kristal Büfe’nin önünde tıp fakültesi  son sınıfında okuyan Adnan isminde  Filistinli bir genç ile tanışmıştım. Yıllar sonra o tanıştığım gencin Filistin Kurtuluş Örgütü’nün  sağlık işlerinden sorumlu bakanı olduğunu öğrendim. Gezimiz sırasında Kudüs’e göç eden; İstanbul Musevilerinden olan rehberimiz; ona ulaşıp benim Kudüs’te olduğumu söyledi. Konakladığımız Lübnan Hıristiyan Gençliği Misafirhanesi Filistin sınırına çok yakın bir mesafedeydi. Dr. Adnan geldiği Jeep’i Filistin sınırında bırakarak konakladığımız  yere yürüyerek  bizi ziyarete geldi. Onun sayesinde Filistin tarafında kalan Hıristiyanlık için kutsal sayılan bütün yerleri bilgilenerek gezdik.

Ferit Tekbaş: Mısıra ‘da gitmiştiniz değil mi?

Jozef Naseh: Evet, tabii ki oraya da gittik. Büyük perşembeden  üç gün önce İsrail’in Eliyat   şehrinden  sonra; İsrail – Mısır’ın arasındaki sınır kapısından Mısır’a geçiş yaptık. Hıristiyanlık için çok önemli olan Azize Katarina Manastırını ve Kilisesi’ni gezdik. Ardından, Hz. Musa’nın on emiri aldığı Sina dağına tırmandık. Gurubumuzun  yaş ortalaması yüksek olduğu için belli bir yüksekliğe kadar çıkıp tekrar indik. Aynı gün Mısır’da bir gece dinlendikten sonra aynı sınır kapısından tekrar giriş yaparak kaldığımız konuk evine dönüş yaptık.

Ferit Tekbaş: Diğer inançlara ait yerleri gezmediniz mi?

Jozef Naseh: Nasıl gezmedik!  Ayni uçakta geldiğimiz, Müslüman İş Adamları Derneği’nin üyeleri ile  birlikte Mescidi Aksa’yı ve Kubet-sahrayı gezdik. Ardından ağlama duvarına gittik, Musevi kardeşlerimizin  ‘Ağlama duvarı’ dedikleri yere gelerek onların dua yöntemlerini izledik.

Ferit Tekbaş: Bu gezi sırasında unutamadığınız anılarınız var mı?

Jozef Naseh: Bir kaç söyleşiye sığabilecek kadar anılarımız var. Hangisini anlatayım? Ama bu anıları benden değil hacca gidenlerden dinlemeniz lazım.

Ferit Tekbaş: Hayatta olanlar var mı?

Jozef Naseh: Tabi var..!

Ferit Tekbaş: Mesela kimler var?

Jozef Naseh: Sizin en yakınınızda olan konsey kurucu başkanınız sayın  Adnan Sert’in  rahmetlik  annesi Hacı Ketre ve hayatta olan -Rab Mesih İsa ona uzun ve sağlıklı  bir yaşam versin- babası hacı Corc Amca var.

Ferit Tekbaş: Oooo… Güzel bir kaynak bulduk?

Jozef Naseh: Evet güzel bir kaynak. Üstelik fotoğraf arşivi de çok zengin..

Ferit Tekbaş: Sizi zorlamak istemiyorum; yalnızca bir  anınızı anlatırsanız çok mutlu olurum.

Jozef Naseh: Peki anlatayım.  Biliyorsunuz, Lut gölü deniz seviyesinin altında ve tuz yoğunluğu bakımından dünyanın  ikinci veya üçüncü sırasında yer alan bir göl. Hacı kardeşlerimi günü birlik bir gezinin  devamı olarak oraya götürdüm. Oraya ulaştığımızda güneş batmak üzereydi. O gün de çok hafif  bir rüzgar da vardı. Gölün üzerinde rüzgarın etkisi ile hafif dalgalanmalar oluşuyordu. Gün batımının ışıkları dalgalara ulaştığında ışık kırılmasından kaynaklanan rengarenk görseller onları  büyülemişti. Tanrının nuru ve rahmeti sanki üzerimize yağmış gibi hissediyorduk. Bu görsel şölen  karşısında herkes haç çıkarmaya ve Tanrıya şükür duası etmeye başladı. Bunu fırsat bilerek ‘Göle girmek isteyen var mı?’ diye sordum. Hemen altı-yedi kişi soyunup iç çamaşırları ile girmeye başladı. Gölde bulunan tuzun yoğunluğundan dolayı yüzerken ayakta duramıyorlardı. Bir sağa bir sola savrularak ayakta durmaya çalışıyorlardı. Oluşan bu ritmik danstan dolayı çocuklar gibi heyecan  dolu  sevinç çığlıkları atmaya başladılar. O gün ilk defa güneşin batmasını hiç istemediler!

Ferit Tekbaş: Teşekkür ederim. Çok ilginç bir anı! İnanç kapsamı dışında ; sosyal ve kültürel  ne gibi çalışmalar yaptınız?

Jozef Naseh: Bu konuya girmeden önce kısa bir anımsatma yapmak istiyorum. Bizler  inanç bütünlüğü açısından cemaatiz. İnanç bütünlüğümüzün dışında toplumsal iletim yönüyle de  ayni zamanda cemiyetiz! Yani  içe ve dışa yönelik sosyal ve kültürel çalışmalar yapan sivil  bir toplum  örgütü gibiyiz. Onun için cemaat ile cemiyeti bir birinden iyice ayırmamız gerekir. Cemaat işlerimizde içrek bir yöntem izleriz. Dışa kapalıyız. Çünkü bu konuda yaptığımız çalışmalar yalnızca  cemaatimizin  yararına  veya  ibadethanemizin gereksinmelerine yöneliktir. Oysa bizler ayni  zamanda  cemiyetiz. Yani sosyal, kültürel  hatta  ekonomik iletişim gereksinmeleri olan bir topluluğuz. Dolayısı ile; sivil toplumun gereksinmeleri olan bilim, sanat, kültür, felsefe ve buna benzer çalışmaları, hukukun üstünlüğü  çemberi  içinde diğer sivil toplum örgütleri ile eşleşerek  yapmak zorunluluğumuz var. Çünkü toplumsal uzlaşı ancak bu yöntemle  sağlanır. Bizler de  bu yöntemi izleyerek; bir çok sivil toplum örgütleri ile iletişime geçerek bunu gerçekleştirmeye çalıştık.

Ferit Tekbaş: Bu konuda yaptığınız birkaç çalışmayı anlatabilir misiniz?

Jozef Naseh: Bu konuda az zamanımız  var! Ama beleğimde kalan birkaç tanesini  anlatayım. Kilisemizin avlusu geniş ve çok kullanışlı, her türlü sosyal ve kültürel  aktivite  yapmak için olanaklı. Avlumuzda çok sayıda; Türk Sanat Müziği konseri, piyano resitalleri gibi konserler verdik. Çok sayıda ressam ve fotoğraf sanatçılarının eserlerini sergilemelerine ev sahipliği yaptık. En çok duygulandığım konulardan biri huzur evi sakinlerini kilise bahçesinde  konuk etmek, onlarla birlikte yemek yemek ve onlar için  küçük bir eğlence  düzenlemekti. Yılda bir kez olsa da  onların  yalnızlıklarını paylaşmak, insanın geleceğine yönelik  eğitici bir  çalışmaydı. Bu  çalışmaları düşünen ve  emek veren kadın kollarımıza huzurunuzda sonsuz minnetlerimi  sunarım. Kilise taziye  salonumuz ayni zamanda kısa sürede bir konferans salonuna dönüşebiliyor. Mesela bu salonda ilk  konferansı Türkiye’nin ilk Sümerolog’u hiç öğrencisi olmadım ama her zaman bana bilimsel katkısı olan değerli hocam Muazzez  İlmiye Çığ  verdi. Türkiye’nin ilk su altı Arkeolog’u değerli meslektaşım Bodrum Müzesi Eski Müdürü Oğuz Alpözen ‘Sualtı arkeolojisi’ konulu bir konferans verdi. Daha sonra bu salonda Dünya Arap Halkları Edebiyatçılar Birliğin Sempozyumuna ev sahipliği yaptık. Arap  Dilli ; bir çok şair, yazar ve edebiyatçıyı ağırladık.

Kilisemizin  ses akustiği  çok mükemmel. Bir gün devlet sanatçımız soprano Asya Kafkasyalı  kilisemizde ücretsiz bir  konser vermek istediğini  söyledi. Mütevelli heyeti ve ruhani  kadro ile birlikte konuyu inceledik. İnsanlığın ortak yararına olacak böyle bir konseri  gerçekleştirmeye karar verdik. Sonuçta muhteşem bir konser oldu. Tıklım tıklımdı kilise.. Cemaati olan bir kilisede konser vermek dünyada belki de bir ilkti!

Ferit Tekbaş: Kendinizi  kraliçenin kültürel mirasçısı  diye  tanımlıyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?

Jozef Naseh: Sayın Tekbaş öncelikle şunu belirtmek isterim. Ben varoluş sürecimizden günümüze kadar  olan  insanlığın gelişimsel sürecini, sosyal ve kültürel  eksenli  sorgulayarak inceleyen bir düşünüye sahibim. Mesleğim bu konuda bana her zaman yol gösterici olmuştur. Benim şimdiye kadar her hangi dini bir kadroda  görevim olmamıştır. Hoş olsaydı çok mutlu olurdum. Onun için bu sorunuza yanıt verirken kültürel tabanlı düşünümü önceleyerek veriyorum.

Ben Afrika, Asya, Avrupa gibi üç kıtanın ve  uzak doğunun Akdeniz’e İpek Yolu ile sosyal,  kültürel ve ekonomik bağlantısı ve bağı olan; bir  zamanlar Roma imparatorlarına ev sahipliği yapan; ilk olimpiyatların yağıldığı; Stoa okullarının kurulduğu; Mitra inancını; Perslerle paylaşan, onu eyleme geçirmeyip; düşünüde saklayan; Hıristiyanlığa isim babalığı yapan; dünyanın ilk mağara kilisesini kuran, Altın Ağızlı Yuhana’nın, Luka’nın Memleketi ; Hz. Musa’nın ismini  dağlarına nakıs etiği;  tanrıdan aldığı on emri koşulsuz ve kesintisiz iman yolu ile uygulayan; Hz. Hızır ile Hz. Musa’yı ile buluşturan;  Tek Tanrıya inanma çağrısı yapan  Habi-İ Neccar’ın şehit edildiği;  Anadolu’da ilk camiinin inşa edildiği Beyazdi  Bostani’nin zuhur ettiği; Haçlı şövalyelerinin; kutsal toprakları ele geçirmek için; fetih edilemez kaleler kurduğu ; şimdilik 43 bin yıl öncesinden günümüze  kadar, kesintisiz olarak  devam eden inanç ve kültür izlerinin bulunduğu  topraklarda kurulan ‘Doğunun Kraliçesi’ Antakya’da doğdum. Bir zamanlar bilimi, sanatı, kültürü, felsefeyi inançlarla  yoğuran  Antakya’ya boşuna doğunun kraliçesi dememişler, değil mi? ‘doğunun kralı’ deselerdi yalnızca kaba güçten görkemden ve teklikten söz edileceklerdi. Oysa Antakya’yı tanımlayanlar hep ‘doğunun kraliçesi’ kimliğini kullanmışlardır. Çünkü kraliçelik, üretkenliği, bereketi, bilimin saklandığı yeri, hikmeti, üremeyi, merhameti ve yaşamın döngüsünü simgeler. Bunun için insanlaşma sürecimize yön veren bir çok uygarlık doğunun kraliçesi Antakya ile ilişkiye girmiş ve onun sütünü emzirmiştir; emzirdikleri süt kraliçemizin ak sütü kadar onlara helal olsun! Üstelik, bu  miras yalnızca bize ait değil, ayni zamanda insanlığın erdemlerle dolu ortak mirasıdır. Şimdi size soruyorum, bu zengin mirası kim geri çevirebilir?

Ferit Tekbaş: Haklısınız  Jozef  bey!!  Ben Antakya’yı  bu özelliği  ile incelememiştim! İncil’i  sonuna kadar  okudunuz  mu?

Jozef Naseh: Yalnız İncil’i mi ?  Eski Ahit  olan  Tevratı  okumayan;  yeni ahit olan İncil’i okusa da anlayamaz! Çünkü her iki kitap da anlam bakımından   birbirinin bütünleyicisidir.  Kuran-ı  Kerim’in  Türkçe mealini de okuyorum. Çünkü Kuran-ı  Kerimi okumayan İbrahim’i dinlerin ne  başlangıcını ne de  sonunu bilir. Bakın Kuran-ı Kerimin ilk ayeti Ikra ‘Oku’  diyor. Yani bilgilen. İyi ki Türkçe meali var! Okuyor ve bilgileniyorum.

Bakın Tevrat bu konuda  ne diyor? ‘Rab’be  Şükür edin; çünkü sevgisi sonsuza kadar sürecektir. ( 2.tarihler 20-21)

Ya Hz. İsa ne diyor? ‘ Sezar’ın hakkını Sezar’a; Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya  verin’

Bu üç sözün anlamı nedir? ‘Tanrıyı sevin; O’na ayırdığınız zaman kadar günlük yaşantınıza da zaman ayırın. Devletinize güvenin, ona ödeme yükümlüklerinizi yerine getirin. Okudukça  bilgeliğe  ulaşırsınız.’ Üç kutsal kitabın özlü sözleri basit ve anlaşılabilir sözcüklerle  yazılmış. Salih insan olmak için bunları yerine getirmek yeterli midir? Yeterli olmayabilir ama başlangıçtır. Hem ben yalnızca Tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarını okumuyorum. Aynı zamanda pagan kültürüne ait bir çok inanç sistemini Mitra, Zerdüş, Budizm, Şamanizm  ve buna benzer bir çok inanç sitemlerini inceliyor ve araştırıyorum. Çünkü bilgilenmek bir nevi ibadettir!

Ferit Tekbaş: Uykuya zaman ayırıyor musunuz?

Jozef Naseh: Yaşamımızın üçte biri uykuyla geçiyor.? Emperyalistler bizleri şimdiye kadar  hep uyuttular. Şimdi uyanık olma zamanı! Öğle Değil mi? Bunun için durmaksızın çalışmamız ve bilgilenmemiz  gerekir.

Ferit Tekbaş: Şimdiki uğraş konunuz ne? 

Jozef Naseh: Felsefe ile ilgileniyorum. Daha doğrusu Arkeo felsefe  ile.

Ferit Tekbaş: O Ne demek?  Anlayamadım…

Jozef Naseh: O terimi ben uydurdum!  Kısaca; Geçmişte, insan düşü ve emeği ile üretilmiş  her türlü soyut ve somut  ürünlerin,  üretiliş nedeni, niçini  ve  nasılını sorgulayarak, ilk insana ulaşarak, gerçek yaşam amacını doğrulara yakın öğrenebilmektir.

Ferit Tekbaş: Biraz uçuk  ve  zor  bir proje değil mi?

Jozef Naseh: Uçuk mu? Hem de çok uçuk ve zor! Bakın, Hz. Mevlana bu konuda ne diyor: ‘Zor diyorsun, zor olacak ki imtihan olsun.’ Tanrı bizi bu dünyaya imtihana göndermedi mi?  O zaman onun sınavına iyi hazırlanmamız gerekir. Öyle değil  mi.? Size bir şey daha söyleyeyim. Bilim insanları; insanoğlunun  iki ayağı  üzerinde yürümeyi  beş milyon yılda  öğrendiğini söylüyor. İnsanoğlu yazıyı yaklaşık beş bin yıl önce  keşfetti. Bu zaman diliminde   önce Ay’a ayak bastı. Sonra Mars’ı keşfetti. Şimdide Mars Gezegeni’nde ara  istasyon kurarak daha uzaklardaki  gezegenlere  ulaşmak istiyor. Bu düşünceyi çok değil yüz yıl önce birileri söyleseydi çok uçuk kaçık derlerdi.

Ferit Tekbaş: Haklısınız  Jozef Bey!   65 yaşında olduğunuzu söylüyorsunuz ; yaşam zamanınızı nasıl geçirdiğinizi düşünüyorsunuz.

Jozef Naseh: İnsan yaşamında 40  çalışma yılı önemli bir zaman. Bu  zamanı insancıl kimlikli  paydaşlarınızla bilimsel, laik ve  insancıl  ilişkiler içinde geçirmişseniz, coşkulu ve mutlu bir yaşam sürmüşünüz demektir. Bu zamanı benimle kardeşçe paylaşanlara  huzurunuzda sonsuz sevgi ve saygılarımı sunarım.

Ferit Tekbaş: Bu kadar yoğun geçen yaşam sürecinizde ; evlenmeye zaman bulabildiniz mi?

Jozef Naseh: Evet. 1988 yılında Mimar Jeni Azar ile evlendim. Bir oğlumuz ve bir kızımız oldu. Oğlumuz, enerji sitemleri mühendisi; kızımız annesinin mesleği mimarlığı seçti.

Ferit Tekbaş: Eşiniz çalışıyor mu?

Jozef Naseh: Evet hala çalışıyor.  Hatay’daki yeni arkeoloji müzesinin restorasyon, tanzim teşhir işlerini üstlenen özel bir firmanın şantiye şefi olarak çalıştı. Yeni müze bitti gibi. Açılışa gün sayıyor… Şimdi ayni firmanın yaptığı İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin ; Tıp  Müzesinin şantiye şefi olarak çalışıyor.

Ferit Tekbaş: Ya çocuklarınız?

Jozef Naseh: Oğlum uluslararası enerji işi yapan Hollanda merkezli bir firmanın Türkiye’deki  İstanbul temsilciliğinde satış ve denetim mühendisi olarak çalışıyor.Kızım da İstanbul’da eski bir Bizans kilisesinin restorasyon işini üstlenen özel bir firmanın şantiye şefi olarak görev yapıyor.

Ferit Tekbaş: Son bir şeyler söylemek ister misiniz?

Evet sözlerimi bir Sümer atasözü ile bitirmek istiyorum: ‘Bilge kişi çıkmaz sokakta yol; karanlıklarda ışık bulandır’

Işığımız bol olsun.

Sevgi ve saygılarımla